28 Ocak 2011 Cuma

Bir Başka Stadın Öyküsü-2 (*)

Bir başka stadın öyküsüne geçen hafta başlamıştık
Hatırlamaya devam ediyoruz.
..
..

1947 yılında Fenerbahçe, stadını genişletmek ister ancak maddi imkanları yeterli değildir. Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünden destek istenir. Cevap ilginçtir: Fenerbahçe Stadının sahibi olduğu için mevzuata göre devletten yardım alamamaktadır…

Fenerbahçe yönetimi de “biz bu işi daha önce de yapmıştık,yine yaparız” diye düşünür.

Formül “desteğin Fenerbahçelilerden istenmesidir !”

1947’de dev bir eşya piyangosu düzenlenir.

Çekilişin yapıldığı 22 Şubat 1948’de 85.000.-TL net gelir elde edilmiştir.

Bu parayla, tek tarafa 27 basamaklı bir tribün 3 ayda yapılır.

“Hazır yola çıkmışken bu işi bitirelim” diye düşünülür, saha ipotek edilir ve Yapı Kredi Bankası’ndan 100.000.-TL kredi alınır. Fenerbahçe’ye daha sonra başkanlık da yapacak kulüp üyemiz Razı Trak ve eski milli bekimiz Yaşar Alpaslan’ın sahibi olduğu şirkete yapım işi verilir.

Şirket işi yapmakla kalmaz. Karşı tarafta, projede 15 basamaklı 110 metre uzunluğunda olan tribünün yerine 30 basamaklı 110 metre uzunluğunda bir tribün yaparlar. Aradaki farkı üstlenirler…Her ikisini de Rahmetle anıyoruz.

13 Şubat 1949’da Fenerbahçe stadı bir kez daha açılır. Kapasitesi 25.000 kişidir !

Dönemin büyük stadyumlarından Ankara 19 Mayıs Stadı 12.000,Mithatpaşa(İnönü) Stadı 15.000. kişiliktir…En büyük stat yine Kadıköy’dedir.

İnşaatlar bittiğinde Fenerbahçe’nin Yapı Kredi Bankası’na faiziyle birlikte 130.000.-TL ,Razı Trak’ın şirketine 70.000.-TL borcu vardır…

1952’de bankaya borç taksiti ödenemez, stadyum icralık olur, gazeteye Fenerbahçe Stadının satış ilanı bile verilir.

Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünden 25.000.-TL’lik “yardım”  istenir,kabul görür,para alınır ve icra durdurulur....Kaynaklar Mithatpaşa stadı için milyonların harcandığını yazıyor, bu 25.000.-TL’lik yardımın bu şekilde değerlendirilmesi sağlıklı olur. Bu bedel Fenerbahçe’nin devletten aldığı en büyük yardım olarak kayıtlara geçmiştir.1952 Haziran’ında bankaya borcun tamamen ödendiğini de not düşelim…
..
..
Fenerbahçe yeni yaptığı 25.000 kişilik stada da sığamamakta, 60.000 kişilik dev bir stat hayal etmektedir.

Bu hayal için kredi bulunması gereklidir, çabalar sonuç vermez.

1955 yılında Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğünden 600.000.-TL istenir.

600.000.-TL’nin “hibe” değil “borç” olarak istendiğini de hemen belirtelim.Yapılan anlaşma sonucu bu para 5 yıl içinde geri ödenecektir.
..
..
Fenerbahçe’de kongre toplanır, “gruplar” sahne alırlar, yeni bir yönetim iş başı yapar.Yeni yönetim bir türlü yapım işine başlayamaz…

1956’da “hadi başlayalım” dendiğinde kötü bir sürpriz Fenerbahçe’yi beklemektedir .

Beden terbiyesi parayı başka projeler için harcamış, stadın büyütülmesi bir başka zamana kalmıştır !
..
..
1960 yılında Fenerbahçe heyeti Ankara’ya giderek dönemin başbakanı rahmeti Menderes’e sorunlarını anlatır. Stadın yapımı için söz alınır. Rahmetli Menderes sadece bir gün sonra İstanbul’a gelirken sabahın köründe bekçiyi uyandırıp stadı gezip inceler.

Dönemin devlet bakanı rahmetli Medeni Berk Fenerbahçe başkanlığına seçilir. Stadın büyütülmesi için üyelerden yetki de alınır. İş artık formalitelere kalmıştır…

27 Mayıs 1960 sabahı ülke darbeyle uyanır. Fenerbahçe başkanı da tutuklanıp Yassıada’ya sürülenler arasındadır...Fenerbahçe’nin, iş başındaki darbe yönetimle bu işi çözmesi mümkün değildir…
..
..
1962’de Fenerbahçe Stadının yapım işinde önemli bir adım atılır.

İsmet Uluğ yönetimindeki Fenerbahçe yönetimi, Beden terbiyesi ile anlaşma yapar.Anlaşmaya göre stadın yarısı devlete satılacak ve diğer yarısının da intifa hakkı karşılığında devlet 60.000 kişilik stadı yapacaktır. İmza ancak 1964’de, temelse 1965’de atılır…

Fenerbahçe satış işleminden 2,5 Milyon TL alır.Bu para ile Fenerbahçe burnundaki kamp ve sosyal tesisler inşa edilir. Bu parayı çar çur etmeyip bu yatırımı yapan başkanın adı 2004 yılında bu tesislere verilecektir : Faruk Ilgaz !

Devletle yapılan anlaşmanın üzerinden yaklaşık 18 sene geçer, harcanan milyonlara rağmen bürokrasinin hantallığı neticesinde Fenerbahçe stadı bitirilemez.

1982’de Ali Şen’in başkanlık yaptığı yönetim bitmeyen stat için yeniden bir anlaşma yapar. Stadın inşaatı biter ve Fenerbahçe 20 yıl sonra tekrar evine Kadıköy’e döner. Sarı Kanaryalar stadın açıldığı ilk sezonda şampiyon olurlar !

20 yılın özeti şöyledir :Fenerbahçe sahibi olduğu statta kiracı durumuna düşmüş, 60.000 kişilik stat yerine yarısından azına razı olmak zorunda kalmıştır…

1982’den sonra stadın taşınması, büyütülmesi, yenilenmesi için yapılan projelerden icraata geçen tek hamle 1996’dadır. Maraton tarafının üstü kapatılır.
..
..
15 Şubat 1998’de Fenerbahçe tarihi bir kongre yapar. Yeni başkan sadece 1 oy farkla seçilir :Aziz Yıldırım !

Yeni seçilen başkan Yıldırım 1999 yılında : “Stadı bölüm bölüm yıkıp yapacağız .İnşaat devam ederken maçlar da oynanacak.2 kale arkası tribünü işi kolay, sponsorlara yaptırırız. Bankalardan kredi de alırız. Fenerbahçeliler mutlaka destek olacaklardır. Gerekirse 2 yıllık kombinelerini gerekirse 10 yıllık koltuklarını peşin öderler,aldıkları atkıyla, formayla katkı yaparlar.Yönetimde de inşaat işlerden anlayanlar çok. Merak etmeyin bu işin altından kalkarız” diye yanındakilere anlatmış mıdır, onlar inanmış mıdır bilemiyoruz…

Temel atılır, inşaat başlar, maçlar devam eder…

Öyküyü burada, 2011 yılında başımız dik gezmemizi sağlayanlara şükranlarımızı sunarak bitirelim.


Bitirirken o tezahüratı biraz değiştirelim : “O stat kutsaldır, nasip olmaz herkese”

Ve daha önce yazmıştık ama olsun bir daha yazalım :

“Fenerbahçeliler özellikle o 500 TL bağışı hiç unutmazlar !”

(*) 28 Ocak 2011'de ANTU'da yayınlanmıştır.

20 Ocak 2011 Perşembe

Ali Sami Yen



Abdi İpekçi Spor Salonu'nun açılışı için Harlem davet edilmişti. O güne kadar arkadaş evlerinin videolarındaki VHS kasetlerden izlediğimiz Harlem'i canlı görebilmek için açılış törenine davetiye-bilet arayıp, sonunda, salon kapısını bize de açan davetiyeyi yastık altında saklama mutluluğuna ermiştim.


4 Haziran 1989'da Harlem'i izlemek için Abdi İpekçi'yi dolduran binlerden biri olarak, saatler öncesinden heyecanla yerimizi aldık. Şov zamanı yaklaştıkça sabırsızlandık, dakikalar upuzun gelmeye başladı. Müzik kesildi, mikrofon açıldı... Devlet erkanı sırayla mikrofona davet edildi. Konuşmalar uzadıkça uzadı. Spor ve spor salonu siyasi gösteri için basamak oldu. Dönem Özal dönemiydi... Önce tek tük başlayan alkışlı protesto tüm salonu sardı. Mikrofondakinin ağzından çıkan her heceye müthiş bir alkış eşlik etmeye başladı. İşgüzarlardan birinin seyircileri uyarması protestonun dozunu arttırdı... Ve siyasi gösteri, planlanandan kısa sürdü. Harlem takımı anons edildiğinde, salondakiler egemenliği siyasilerin elinden "geçici olarak" almış olmanın hazzını yaşıyordu.


Taraftarlığın bir kimlik olarak algılanıp algılanmaması ayrı bir tartışma konusu olmakla birlikte, tribünlerin yaşamdan bağımsız bir bütün olarak düşünülmesi yersizdir. Kısacası, tribünde yerini alan her birey yaşamındaki tüm seçimlerini bir süreliğine erteleyerek, içinde hissettiği taraftarlığı ön plana çıkaran kişidir. Tribünde bulunduğu sürece oy verdiği partiyi, dini inanç ya da inançsızlığını ve benzeri tüm seçimlerini askıya alır. Yaşamdaki seçimleri elbette tribünde bulunduğu süredeki tepkilerine yansır ancak tarafı olduğu kulubün başarısı, o an için ulaşmayı arzuladığı tek hedeftir. Taraftarlığına siyaseti bulaştırmaz. Tepkilerinde yansıması olur ama hiçbir zaman siyasi veya dini inanç bilinçli olarak baskın olmaz. Tribünler, yaşamın hemen her rengini ahenk içinde birarada bulundurabilen bir kitledir.


Gelgelelim siyaset, sporun içinde olma eğilimindedir. Siyasiler için kitlelere sempatik görünmenin kısa yollarından biridir spor. Örneğin bu yüzden parti liderlerini gittikleri her ilde, ilçede, o yörenin spor kulübü atkısını boynuna dolamış halde söylev çekerken görürüz. Stadyumların, salonların şeref tribünlerinde halkı selamlamak gibi ulvi bir görev üstlenirler.


Siyasilerin, en kozmopolit kalabalık olan tribünlerin karşısında boy gösterdiklerinde takdir alkışı kadar, protesto ıslığı almaları da doğaldır. Aslında kendilerinden beklenen, alkışlanırken "halk böyle istedi" demelerinin benzeri olarak, protesto edilmelerinin de kitlenin bir isteği olduğunu kabul etmeleridir. Protestolar ardında provokatör aranması, spora siyaset karıştırıldığının ima edilmesi abestir.


TT Arena'nın açılışındaki ıslıklı protestonun ardından köşe bucak her tarafta bu konunun tartışılması ve siyasi iktidarın bu eylemden şikayetçi olması, genel resmi görmek için bir fırsat aslında. Bir bakanımız Galatasaraylılığı'nı askıya alırken, bir diğeri o gece tribünde bulunanları nankörlükle suçladı. Hızını alamayıp, twitter'daki hesabından taraftarları gerizekalı olmakla suçlayan bürokrat dahi çıktı. Ekonomi dünyası, Galatasaray'ın stadın inşaatına olan katkısını yeni bir para birimiyle öğrendi. Egemen gücün her daim alkışlanması, öyle ya da böyle kabul edilmek zorunda olunması ancak biat kültüründe mevcuttur.


Bugün iktidarda bulunan parti bundan sekiz-dokuz yıl öncesinde Fenerbahçe tribünlerinde açılan ve uzun süre de açılmaya devam eden "adam gibi adam Recep Tayyip Erdoğan" pankartını halkın bağrından kopmuş bir iltifat olarak algılayabiliyorsa, TT Arena'nın açılışında karşılaştığı protestoyu da yine halkın içinden yükselen bir ses olarak görmek zorundadır. Tepkilerin tüm tribünlere yayılmasına neden olduğu iddia edilen TOKİ başkanı, temsil ettiği kurumun varlık amacını iyi idrak etmelidir. Kuruluşu 80'li yılların ilk yarısına denk gelen TOKİ, 2001 yılına değin "Toplu Konut Fonu" havuzunda toplanan vergilerle kendisine verilen görevi yapmıştır. 2001 yılında bu fonun kaldırılmasıyla maddi kaynağı kısılmış ve mevcut iktidarın yasal düzenlemesiyle kendisine kaynak yaratmak için kar amaçlı proje uygulamalarına geçmiştir. Seyrantepe projesi de bu yasal dayanakla, kar elde etmek için gerçekleştirilmiştir. Bu projede Galatasaray'ın da taraflardan biri olması konunun popülerliğini arttırmıştır.


Binbir zorluk ve emekle kendi yarattığı kaynakları kullanıp stadını yenileyen bir kulübün mensubu olarak, en büyük rakibimizin devlet garantisiyle, daha az emek harcayarak modern bir stada kavuşması hiçbir zaman içime sinmese de, Galatasaraylılar'ın stadyum açılışında ve ertesinde gösterdikleri tepkiye saygı duyuyorum. Tam bu noktada, ev sahibi sıfatıyla nezaketen yapılması gereken özür dilemenin dozunu hepten kaçıran Adnan Polat'ın tavrını izliyor ve Galatasaraylılar'ın tepkisini daha çok destekliyorum.


Seçilmişlerin, hizmet için seçildiklerini unuttukları ve hizmet vermesi beklenen kurumların lütuf dağıttığına inandıkları bu ortamda, Galatasaraylılar'a esas görev bundan sonra düşüyor. En azından 106 yılı olan geçmişlerinden güç alarak, zorla minnet etmelerini isteyenlere boyun eğip eğmeyeceklerini hep birlikte izleyeceğiz.

22 yıl olmuş...Başın Sağolsun Samsunspor !

1988-89 Fenerbahçe-Kuşadası kupa maçına çıkarken
20 Ocak 1989'da Malatya deplasmanına giderken geçirdikleri kazada Samsunsporlu futbolcular Mete Adanır (KKTC'li futbolcu,Altay ve Konyaspor'da oynamıştı.Altay'da yedek beklerken penaltı kazanılırsa oyuna girer atardı..) ve Muzaffer Badalıoğlu, Antrenör Nuri Asan (adı Samsunspor tesislerine verildi),Otobüsün Şöförü Asım Özkan olay yerinde hayatlarını kaybettiler .

Yugoslav Zoran Tomiç 2 ay bitkisel hayatta kaldıktan sonra ülkesine uçakla götürülürken vefat etti.

Kazada yaralanan futbolculardan Emin tekerlekli sandalyeye makhum olurken Erol da kolundaki felç ile yaşamak durumunda kaldı...

Allah Rahmet Eylesin,Tomiç'in toprağı bol olsun...Samsunspor kulübünün başı tekrar sağolsun...

Samsun ve kaza demişken Fenerbahçe'de de uzun yıllar oynayan ve transfer olduğu Samsunspor'da oynarken 1982 yılında geçirdiği bir trafik kazasında vefat eden Önder Mustafaoğlu'nu da rahmetle anıyoruz.

Futbolda kazanıyorsun kaybediyorsan ve acı tatlı hatıralar kalıyor...


19 Ocak 2011 Çarşamba

Bir Başka Stadın Öyküsü (*)

Bu da bir başka stadın öyküsü…

Papazın çayırı, Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından kiralandığında yıl 1929’dur. Fenerbahçe bakımsız stadın tribünlerini onarır, sahasını ve atletizm pistini yeniler.

13 Mayıs 1932’de 150 sporcunun katılımıyla kurdele kesilir yeni haliyle, dualar eşliğinde Fenerbahçe Stadı açılır. Hala yapacak çok iş vardır…

5 Haziran 1932 gecesi Fenerbahçe tarihi için karanlık bir gecedir. Kulüp binası, içindeki tüm malzeme ve kupayla yanar.Fenerbahçe ortada kalmıştır. Fenerbahçe Kulübü bir bildiri yayınlar ve yazıyı şöyle bitirir:

Hayatın mütemadi bir mücadele olduğunu, mücadelesiz, ızdırapsız, emeksiz, elemsiz, hayatta gerek fert ve gerek millet itibariyle muvaffak olmak imkanı olmayacağını Türk gençliğine hatırlatan büyük Gazi’nin nasihatleri bu elemli günlerimizde bizim için en büyük teselli ve kuvvet menbaı olacaktır.

Fenerbahçelileri, Kulübümüzün maruz kaldığı felaket nispetinde büyük olan vazifeye davet ediyoruz.


Cumhuriyet ve Milliyet Gazeteleri bir yardım kampanyası başlatır.

Kampanyaya bağışlar yağmaktadır.

21 Haziran 1932 Salı günü Cumhuriyet Gazetesinin 1. sayfasında şu haber vardır:

“GAZİ HAZRETLERİ FENERBAHÇE’YE 500 TL TEBERRU ETTİLER”



“Büyük Vazifeye” en büyük bağışı yapanın ismi bugün de Fenerbahçe Kulübü’nün en büyük gurur kaynağıdır.
Mustafa Kemal bu parayı kendi cebinden ,doğrudan Fenerbahçe’ye bağışlamıştır…

Gazetelerdeki yardım kampanyasından da 791 TL gelmiştir.

Fenerbahçe kiracısı olduğu stadı almak için yaptığı başvuru 13 Temmuz 1932’de Bakanlar kurulunda kabul edilir. Böylece Fenerbahçe, Türkiye’de stat mülkiyetine sahip ilk ve tek spor kulübü olmuştur.

Buraya kadar okuyanlardan “evet biliyoruz 1 TL’ye verildi“ diyenler çıkacaktır.

Yanlış bilgi! Toplam satış bedeli 9.000 TL’dir 10 eşit taksitte ödenecektir. Bu kolaylığı sağlayan kişinin adı bugün stadyumun da adıdır: Şükrü Saraçoğlu!

1933’de düzenlenen ve 50 kuruştan satılan piyango biletlerinden gelen gelirlerle stat yenilenir, tribünler uzatılır, harap bina onarılır… Artık ülkenin en modern stadı Kadıköy’dedir…

Fenerbahçe Stadı’nın hikayesi uzundur, karmaşıktır, bir başka zaman detaylarıyla yazarız.

Ancak Rapaiç Antep maçında o golü attığında veya 2010’un son maçından sonra göz yaşları dökülen stadın temeli çok sağlamdır… Fenerbahçeliler özellikle o 500 TL bağışı hiç unutmazlar!

Fenerbahçeli olmak tarif edilemez denir, aslında doğrudur da.. Zordur!

Belki yukarıdaki kısa yazı tarifler arasına girebilir…

Not:Bilgiler Rüştü Dağlaroğlu’nun Fenerbahçe Tarihi ve Alp Bacıoğlu’nun Zaman Tünelinde Fenerbahçe kitaplarındandır.

(*) 19.01.2011 tarihinde ANTU'da yayınlanmıştır.


18 Ocak 2011 Salı

"TOKİ Başkanı yalan söylüyor" diyen var mı ?

Benim hatırladığım kadarıyla bir tek rahmetli Bülent Ecevit stadyumlarda ıslıklanmamış/yuhalanmamıştır,o da kupa vermek için stadlara gitmediğinden...

Kenan Evren "bu küfürüler devam ederse bir daha stada gelmem,devlet başkanlığı kupasını da vermem netekim" demedi mi ? Rahmetli Özal ,Demirel,Çiller yuhalanamadı mı ? Demirel'e atılan ayranları korumalar çizgi üzerinden çevik hareketlerle çıkarmadı mı ? Siyasetçilerin niye her daim ıslıklandığını sosyologlar anlatsın benim bilgim yetmez...

Konunun bir anda "Galatasaray taraftarının mevcut düzene onurlu başkaldırısı" haline gelmesi  de ilginç.Hatta ifrat tefrit git-gelindeki "bazı" Fenerbahçelilerin  "aslan cimbom taraftarı bu süreçte asla yanlız yürümeyeceksin,bu yolda biz de birer Galatasaray neferiyiz" yorumları da bu ilginçliğe ketçap etkisi yapıyor...

Bir kişi çıksın "TOKİ Başkanı yalan söylüyor,bu stadı Galatasaray alın teriyle yaptı, devlete tek kuruş yük olmadı, Ali Sami Yen'den Seyrantepe'ye geçişte tek kuruş karı olmadı" desin !

Gerçekler dank diye söylenince tepki olur,doğaldır.

Toki Başkanı  "Uefa kupasını alan Avrupa aslanlarına bu yapılanlar az bileeee.Galatasaray'ın ülkemizi Napoli'den Nambia'ya,Niagara Şelalesinden,Norveç'e,Nürnberg'ten ,Nepal'e N ile başlayan her yerde her zaman tanıtması karşısında bir stad değil 1000 stad helal olsun,Aslantepe Avrupa Fatihimize kutlu olsuuuun" deseydi ıslık mıslık olur muydu ?

Tabii ,Toki başkanımız o jest ve mimiklerle o konuşmayı ,Şükrü Saraçoğlu'nda yapsa ne dediğini de anlamayıp ıslıklayanlardan biri de ben olurdum,o ayrı... :-)

17 Ocak 2011 Pazartesi

Stadyum Açılış Fotoğrafı

"Fenerbahçe'yi sadece bir Futbol Takımının aldığı neticeler sanıyorlar" sözü ,sevgili arkadaşım Alpay Bellisan(bu bloga da 40 yılda bir yazar..)'ın babası,Efsane futbolcumuz Demir Ethem'in oğlu sevgili Berkant Amca'ya ait...
..
..
Aşağıdaki fotoğraflardan ilki 1932 yılında Fenerbahçe stadının kapalı tribün inşaatı temel atma töreninde çekilmiş,ikincisi 1965'de stadın bugünkü halinin temel atma töreninde..

İkinci fotoğraftakiler soldan sağa Kulübün emektar malzemecisi Mustafa Abacı ,H.Kamil Sporel,Rüştü Dağlaroğlu,Başkan İsmet Uluğ,Galatasaray Başkanı Rüçhan Adlı,Vali Vefa Poyraz ve Bölge Müdürü Turan Barlas (fotoğraflar Rüştü Dağlaroğlu'nun Fenerbahçe Tarihi kitabından alınmıştır)





16 Ocak 2011 Pazar

Hollanda Basınından Galatasaray'a Övgü

Hollanda'nın ünlü gazetelerinden Den Haag Zeitung'un spor eki Sportal manşetini Galatasaray'a ayırdı.

1999 Yılında Ali Sami Yen stadındaki Galatasaray-Feyenoord arasındaki özel maçta soyunma odasında Feyenoord'lu futbolcuların eşyalarının çalınması skandalını hatırlatıp, "Artık Türkiye'de çok şey değişti.Yeni yapılan Seyrantepe'de korkulan olmadı,Alınan önlemeler sonucu soyunma odası kale gibi korundu.Seyrantepe top class bir stadyum olmuş" haberini verdi.

13 Ocak 2011 Perşembe

Empati :"Kadıköy'e Veda"

Ali Kırca’yı samimi bulmam,sevmem,ancak Ali Sami Yen’in kapanışında şiir okumasını takdir ettim.


Ülkemde şiir yazana ,okuyana,sevene “zayıf” gözüyle bakılır.

Hani kahvede okey oynayanların yanına gelip “bak Abi,Ayten’e şu şiiri göndereceğim” diyene(*) önce sırıtıp , “boş ver lan şiiri ,Hikmet ağabeylerin yazlık evine götür” diyen bakışılardaki küçümsemeden bahsediyorum.

Ali Kırca şiiri okurken sahada gözyaşlarına boğulan Tugay ve sırıtarak şiiri dinleyen “Yeni Metin Oktay Arda” akla kara gibilerdi.Arda da üzülmüştür tabii ama ona sorsan belki kapanış olarak yumruk şov yapılsa daha “klas” olurdu…

O anda hemen bir yatay geçiş yaptım.”Yahu,Şükrü Saraçoğlu yıkılıp yerine SuperCityShoppingWorld açılıyor olsaydı ve “TOKİ ŞileYoluIDOFenerbahçe Stadı’na” taşınıyor olsaydık neler olurdu acaba ?” diye düşündüm.
..
..
Birisi çıkıyor veda için Ümit Yaşar Oğuzcan’dan “beni unutma’yı” okumaya başlıyor…

Aziz Yıldırım‘ın gözlüğünü yukarı kaldırıp gözyaşlarını sildiğini net görebiliyorum.Saha içindeki futbolcuları yerli-yabancı diye ikiye ayırayım.Yabancılardan Blica sırıtarak birinin ensesine vuruyor.Santos ve Christian için bir stadyum kapanır bir diğeri açılır boş gözlerle bakıyorlar .Güiza stadyum mu kapanıyor kulüp mü tam çözememiş menajerini çağırmış,o çok endişeli…Alex ,saha içinde “ambiyansı” bozanlara bir bakış fırlatıyor tribünlere el sallıyor.Yerlilerin tavırlarını kestirmek zor.Yerlinin yerlisi Volkan,ben orada “davul çaldım burada maç kurtardım” diye içtenlikle ağlıyor.Emre hariç hepsinin üzüntülü olabildiklerini görüyorum.Emre ya sırıtıyor,ya yere kapaklanmış ağlıyor…Tribünlerde ağlayanlar arasında İbrahim Kutluay var ,Selçuk Yula var ,Schumacher,Hooijdonk ve Rapaiç var…Aykut Kocaman kendini tutmuş ,soyunma odasında ağlayacak…Son defa Burası Kadıköy Buradan Çıkış Yok diye bağırıyoruz.

Neyse,burada bırakayım yazarken bile içim bayıldı…

(*) Kahveye gitmem ama yine de “Abi Ayten’e şiir yazdım” diyen birisi gelirse “Tam bir aşk şiiri sayılmaz ama Milyon Kere Ayten’i de oku,şiiri zarfa koy ama postaya verme,başkası alabilir.Mahallenin küçüklerinden birine 10lira ver elden versin kıza” derim…Herif de “Abi ben Ayten'in feysbukunun duvarına yazdım bile” der,susarım…